CAMİLERİMİZ…
Erol Maraşlı / Yeni Vizyon Gazetesi
Nasıl ki makam ve erkân bilmeden, yahut ta erkân’a uymadan “bed” ses ile okunan ezan bir Müslümanı üzüyor, incitiyorsa; ben de minaresi endazesiz, kubbesi mescit gibi çatılı veya göze batan, gelişigüzel adeta bir baraka gibi eciş- bücüş yapılmış bir cami görsem içim sızlar.
Neden böyledir bilinmez?
Estetik yok, mimarisi çalakalem yapılmış, orantı diye bir şeyler düşünülmemiş ve uygulanmamış bu yapılar mı İslam’ın ibadethaneleridir?
Evet! içim yanarak “evet” diyorum.
Bir de ecdada bakıyorum. Selçuklu da ki, Osmanlıdaki, Cumhuriyetin ilk yıllarında yoksulluk içinde yapılan camiler; işte onlar zerafeti ve güzelliği temsil ederken, bugünkü eciş bücüş yapılar neyi temsil ediyor?
Nobranlığı, hoyratlığı, sakilliği ve yapı bilgisizliğini sergileyen bu yapıları kimse “sahabe devri” özentisi ya da o devrin hayat tarzı ile izaha kalkmasın. Çirkinlik ile İslam bir arada olamaz.
Yıllar önce /1960’ların sonlarında/ bir dağ nahiyesinde,/bucak da deniyordu, sonradan bucaklar lağvedildi, kaldırıldı/ görev yaparken bu nahiyede iki cami vardı. İkisi de gelişi güzel yapılmıştı: bir bodur minare, üç metreyi biraz geçen bir kubbe, kerpiçten yapılmış duvarlar… İçi ise eski kilim ve hasırlarla bezenmiş… İki Cami’nin de cemaati, bir camiyi doldurmaktan çok uzaktı. Oysa ki iki camiye harcanan emek ve para ile estetiği olan planlı projeli bir cami yapıla bilinirdi… tıpkı ecdadımızın yaptığı gibi.
Balıkesir’den Akhisar’a giderken yol üstündeki bir camide akşam namazını kılmak için durduk. Ramazanı ayıydı da! Tuvaletleri pislik içinde, suları olmasına rağmen temizlenmemiş. Hakeza! Cami’nin içinin de pek temiz olduğu söylenemezdi.. Allah bilir! Yerdeki eski halı ve kilimler kaç aydır süpürge yüzü görmemişti?… Cemaat olarak imam dahil üç kişiydik. Namazdan sonra bu tenhalığı imam efendiye sorduğumda “Herkes yukarıdaki camiye gidiyor da ondan..” demişti. Köyün nüfusu ise toplam olarak iki yüz kişi değilmiş…
Peki, bu israf değil de nedir?
Cemaat; camiden daha önemlidir. Cemaatsiz camiler kuru bir taş, çimento, kerpiç, ahşap yığınından başka nedir ki?
Rahmetli Süleyman Demirel 70 yıllarda “çok cami yapmakla” övünmüştü de ben de “ cami yaptınız ama bu camilere cemaati dolduramadınız..” demiştim de zaman beni ne yazık ki haklı çıkardı.
Biraz da bu siyasetin eseridir!
Onlar yapmakla övünürken, estetik yok oluyor… Cemaat azalıyor… Hele sabah namazlarında bir sıra bile olunmuyor… O halde bu cami yapma furyası siyasetçinin eseri demeyip de suçu mütedeyyin ve avam kültürü ile yoğrulmuş bir avuç hayır yaptığını sanan dernekçi Müslümana mı yükleyeceğiz.
Türkiye’de 87.000’e yakın cami varmış. Mescitler hariç! Peki doluyorlar mı? Cuma ve Bayram namazları hariç her zaman boş!
Cami yapmanın amacı; namaz ibadetini yerine getirmektir. Peki sayısal olarak kaç kişi? Bilinmiyor!
İslam da israf haram değil mi? Şimdi yapılan camilerin bazılarının alt kısmında süper marketler, sağlık klinikleri, dükkanlar vb gelir getiren işletmeler var. Aynı zamanda her cami kapısında da dilenciler…
Atalarımız camilerin etrafını; aşevleri, yetimhaneler, medreseler, garip ve gurebalar için geçici barınma odaları yapmışlardı… dilenci yoktu! Garip gureba dilenmiyordu ve sahipsiz değildi! Şimdi, kaç caminin altında fakirler için aşevleri var ?
Her Cuma cami kapılarında toplanan paralar… “hizmet’e himmet” adıyla doldurulan kasalar… zekatlar… fitreler… modern camilerin; daha çok modernleşmesi için harcanıyor… ama istenen uhrevî ortam yaratılamıyor… Ne arar?
Bir de ezanın teknoloji cızırtısına mahkûm edilmesi yok mu?
İşte bu da başka bir garabet!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.