BULANIK SUDA BALIK AVLAMA DEVRİ ÇOKTAN BİTTİ!
Hasan Eser / Yeni Vizyon Gazetesi
Dini cemaat kisvesi altında örgütlenmeye kırk yıl öncesinden başlamış ve zamanla kanser virisü misali devletin tüm hücrelerine metastaz yapmış bir terör örgütünün var oluş sebebini sorgulamak zorundayız, elbet…
Lakin bu sorgulamayı sap ile samanı birbirine karıştırmadan yapmakta yarar var.
Malumunuz Türkiye'nin içinde bulunduğu durumdan vazife çıkarmak adına şapkadan tavşan çıkarmaya çalışan bazı siyasilerimizde yok değil.
Örneğin FetÖCÜ’lerin sorumlu tutulduğu aşağılık bir kaset komplosuyla alaşağı edilen Deniz Baykal’ın halefi Kemal Kılıçdaroğlu…
Bir taraftan FetÖCÜ’lere karşı verilen mücadeleye destek veren CHP lideri Kılıçdaroğlu, diğer taraftan da “Darbeye de diktaya da karşıyız” gibi, güya kızım sana söylüyorum gelinim sen anla misali, imalı, ithamkar ve yuvarlak söylevler üzerinden kendince siyaset, halk nezdinde ise hiziplik yapıyor.
Sürekli hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı tabir yerindeyse ‘günah keçisi’ gibi gösterme gayretkeşliği içine düşen Kılıçdaroğlu, etrafımızı saran alevleri söndürmeye yardım etmek yerine üzerine benzin dökmeye çalışırcasına bir imaj sergiliyor.
Yıllarca Recep Tayyip Erdoğan'ın agresif kişiliğini eleştirdik, öyle değil mi?
Hatta ve hatta sert söylemleriyle ülkeyi zaman zaman gerdiğini düşündüğümüz Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Başbakanlık görevine Ahmet Davutoğlu ve Binali Yıldırım gibi vakur isimlerin getirilmesini isabetli bir karar olarak değerlendirdik.
Hal böyleyken bizi şaşırtan demeyelim de, dikkatimizi çeken bir husus oldu.
Erdoğan, kanlı darbe girişiminin vuku bulduğu 15 Temmuz tarihinden bugüne takındığı olumlu tutumla, kendisini eleştirenleri bir anlamda ters köşeye yatırdı.
Bu bağlamda Erdoğan'ın hakkını teslim etmemiz gerekir ki, kendisine hakaret edenlere açtığı davaları bir defaya mahsus olmak üzere geri çektiğini açıklaması, Erdoğan’a nefret duyanlar üzerinde oluşturulmaya çalışılan gergin havayı yumuşattı.
Zira sizlerde fark etmişsinizdir ki, Erdoğan 15 Temmuz’dan bugüne birleştirici konuşmaya özen gösteriyor.
Ama…
Erdoğan, ayrıştırıcı söylemlerden ısrarla kaçınırken, maalesef birileri o’nu agresifleştirmek için yine elinden gelenin çok daha fazlasını yapıyor.
Birlikteliğin son derece önem arz ettiği bugünlerde Erdoğan’ı polemiğe çekmek isteyen güruh, zirvede olası gerginliğin sokağa, dolayısıyla topluma da olumsuz yönde sirayet edeceğini gayet iyi biliyor.
Şimdi yeniden başa dönecek olursak.
Kuruluşu neredeyse yarım asır öncesine dayanan Fethullahçı Terör Örgütü’nün var oluş faturasını getirip Ergenekon, balyoz, kafes gibi düzmece ‘kumpas’ davalarının mağdurlarıyla ilişkilendirenlerde var son günlerde…
FetÖCÜ’lerin düzmece belgeler üzerinden TSK’nın şerefli ve günahsız subaylarını mağdur ettiği asla göz ardı edilemez, edilmemelidir.
Kaldı ki FetÖCÜ’lerin sinsice uygulamaya aldığı planın son etabıdır kumpas davaları üzerinden, gelecekte kendilerine engel teşkil edeceğini düşündükleri gerçek Türk subaylarını bertaraf etmek.
Ancak siyasi irade FetÖCÜ’lerin bu kirli oyunlarına bilmeden alet olduklarını kabul ederek, aldatıldıklarını söylerken, birileri de 15 Temmuz darbe girişimini ısrarla Ergenekon mağdurlarına bağlamaya çalışıyor.
Kusura bakmayın ama bu ucuz siyasettir.
Kanlı darbe girişimini ve Fethullahçı Terör Örgütü ile yapılan mücadeleyi sulandırmaya çalışan zevat, milli iradeye sahip çıkarak tüm dünyaya ders veren yüce Türk halkının yazdığı demokrasi destanını gölgede bırakmak istiyormuş gibi tuhaf bir tutum sergiliyor.
Ergenekon mağdurları üzerinden anti propaganda yapanlar, FetÖCÜ’lerin sadece subaylarımızı değil, ülkemizi ve dolayısıyla 79 Milyon vatandaşımızı mağdur bıraktığını göz ardı ediyor.
En nihayetinde 1989 yılında çalınan sınav sorularından, devlet içinde on yıllar öncesine dayanan gizli bir kadrolaşmadan, Türkiye’yi geçmişte yöneten birçok liderin Gülen ile bir şekilde iyi ilişkiler içerisinde olduğundan (Erbakan hariç) ve dünyanın süper güçlerini arkasına alan illegal bir örgütten bahsediyoruz.
Her şeyden önce bu hainler cemaati, bir kere vatana ihaneti kafaya koymuşlar.
Dede Korkut’un dediği gibi; kahpe içerden olunca kapı kilit tutmaz. Bu ihanet şebekesi, sinsi düşüncelerini ve kirli emellerini gerçekleştirmek için devletimize her halükarda saldıracaktı.
Şöyle düşünün: 17 - 25 Aralık sivil darbe girişimi sonrasında; Emniyet, Bürokrasi ve Yargı bir kısım FetÖCÜ hainlerden temizlenmemiş olsaydı, yani devletin içine yuvalanan tüm bu şer güçler 15 Temmuz gecesi bir araya gelebilseydi, belki de bu ihanet şebekesinin dışındaki hiç kimseye Türkiye'de yaşam hakkı olmayacaktı.
Velhasıl ilk günden beri söylüyoruz: Bizleri Cenab-ı Allah korudu…
Varsın birileri yaşanan felaketin ‘tiyatro’ olduğu yönündeki saçmalıkları zırvalamaya devam etsin.
Bu arada darbe girişimine daha ilk andan itibaren ‘tiyatro’ diyenlerin, bari tiyatro kültürleri olsa yüreğim gam yemeyecek!
Kısaca toparlamak gerekirse;
-Birbirimizi suçlamak yerine; bölünmez vatanımızın şanlı ordusuna ve yüce devletimize yuvalanan hainlerin tamamına gereken cezayı vermek ve bağırsaklarımızı tamamen temizlemek adına bu tarihsel süreçte el ele vermek zorundayız.
-Yaşadığımız her kaosta olduğu gibi, bugünlerde de felaketler üzerinden oy hesabı yapanlar olacaktır.
Ancak toplumun acısını sömürmeye, hainlerin yaptığını günahsızlara yüklemeye, bulanık suda balık avlamaya, daha açık bir ifadeyle: karışık atmosferden faydalanarak partisine siyasi rant sağlamaya çalışan zihniyet üzülerek söylemiyorum ki en sonunda yine kaybeden taraf olacaktır.
-Krizlerden beslenmeyi siyaset sananların anlayamadıkları tek şey: Politikada masumiyetten büyük silah olmadığıdır. Öyle ki yakın tarihimizde halkı enayi yerine koyup siyasal çıkarları istikametinde yönlendirmeye çalışanlar her seferinde mahcup olmuştur.
-Yeri geldiğinde tanklara bile çıplak elleriyle karşı koyarak; kurşun yağmuruna rağmen milli iradesine sonuna kadar sahip çıkan bu kalender halk, Allah’tan sonra kuşkusuz en büyük hakemdir.
Cenab-ı Allah bazen hataları öteki dünyaya erteleyebilir ama halk öyle değildir. Halk bu konuda çok acımasızdır. Gördüğü yanlışın cezasını sandığa gittiği ilk seçimde vermekten hiçbir zaman imtina göstermez. Velhasıl yaşadığımız bugünleri de en ince ayrıntısına kadar belleğine kaydeden halk, yeri ve zamanı gelince gerekene gerekli hatırlatmayı mutlaka yapacaktır.
Sözün özü: Olan olmuştur, olmuşa çare yoktur. Bu saatten sonra yapılması gereken bellidir. Elbet yaşadığımız bu musibetten ders çıkaracağız. Ama daha da zaman kaybetmeden 15 Temmuz gecesi girdiğimiz o karabasan uykusundan derhal uyanmalıyız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma hedefimizi gerçekten gerçekleştirmek istiyorsak da, yolumuza bir an önce kaldığımız yerden devam etmek zorundayız.
Günün Sözü: Sen doğru ol, eğri belasını bulur.