ESERİMİZLE ÖVÜNEBİLİRİZ(!)
Hasan Eser / Yeni Vizyon Gazetesi
Gafillik etmek başka, kandırılmak başka, bile bile ‘lades’ demekse bambaşkadır.
Gafil olduğu halde, gafletinden habersiz kimseye bir şey diyemeyiz ki gaflet ile cehalet birbirini tetikleyen faktörlerdir.
Kandırılmak ise göreceli bir kavramdır.
-En basit şey insanın kendisini aldatmasıdır; çünkü insan istediği şeyin genellikle gerçek olduğuna inanır. (Demosthenes)
-Farkına varmadan başkalarını aldatmak ne kadar güçse, farkına varmadan kendini aldatmak o kadar kolaydır. (La Rochefoucauld)
Örnek verdiğimiz bu tarihi sözler, kandırılmanın göreceli olduğu yönündeki tespitimizi desteklemektedir.
Yine de tartışmaya açıktır ki tartışacağız.
Bir de bile bile ‘lades’ diyenler var. Tabii bu yöndeki davranışları tek bir çatı altında genelleştirmenin doğru olmadığı gibi; bunları kategorize etmek mümkündür.
Örneklemek gerekirse:
-Kişisel ikbal uğruna, ‘bile bile lades’ demeyi göze alan insanların düşünce yapısında ‘kumar’ mantığı yatmaktadır.
Tıpkı FetÖCÜ’lerin ne olduğunu bile bile, “Gülen cemaati Türkiye’yi ele geçirirse, beni de çok daha önemli yerlere getirirler. İşte o zaman Kral olurum. Hem benim bu ülkeyi yönetenlerden neyim eksik…”düşüncesine kapılarak; şerefi, haysiyeti, kişiliği, namusu ve kutsal vatanımız üzerinden bir nevi ‘zar’ atanlar gibi…
-Dini inanç ve duyguları sömürülen bazı zavallı insanlar da var. Bu tür insanlar çalışmak yerine kısa yoldan köşeyi dönmek isteyenler ile benzerlik göstermektedir.
Tıpkı Kutsal Kitabımız Kur'an-ı Kerim'i, Peygamber efendimiz Hz. Muhammed'in ümmetine yol gösteren hadislerini ve İslam’ın şartlarını rehber edinmek yerine, Cennet’in kapılarını Fethullah Gülen gibi sahtekarlara biat ederek, akıllarınca kolay yoldan aralamaya çalışanlar gibi…
-Bir de hatalarının ya da düştükleri tuzağın esiri olanlar var. Bunlar hatalarının tezahürünü şereflice ödemek yerine, bile bile ‘lades’ demek suretiyle şerefsizce yaşamayı göze alan, yani iblisin eline verdiği kozun kölesi olanlardır.
Tıpkı insanların açığını şantaj amaçlı toplayan FetÖCÜ’lerin, bu sayede birçok insanı militana çevirdikleri gibi…
Bu örnekler çoğaltılabilir ancak burada altını çizmek istediğim ana husus farklıdır.
İnsan kandırılabilir. Hata da yapabilir. Ancak ders almak ve hatadan dönmek gerçek insanlara mahsus bir fazilettir.
Öyle ki tövbe istiğfar etmekle, takiye yapmak arasında ince bir çizgi vardır.
Gazi meclisimizi bombalayan, masum insanlara kurşun yağdıran, ülkemizin huzuruna kasteden, birlik ve beraberliğimizi hedef alan, en önemlisi de Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp yerine şeriat devleti kurmayı amaçlayan bir terör örgütüne yıllarca hizmet edenlerin, şimdilerde (oyun bozulunca) sergiledikleri samimiyete ne kadar inanabiliriz.
Eski Cumhurbaşkanlarımızdan merhum Celal Bayar’ın da dediği gibi: Samimiyet, bir insanın iç dünyasında değerlenen manevi bir tutumdur. Hiç kimsenin içine girip bunu araştırmaya imkân yoktur. Ancak samimiyetin dış belirtilere göre de bir ölçüsü vardır.
İşte o ölçü, vatana her türlü ihaneti yaptıktan sonra; meydanlara çıkıp demokrasi nöbeti tutmakla ve ‘Ey ahali bakın ben de buradayım’ diye haykırırcasına selfie çekip yayınlamakla bir tutulmamalıdır.
Zira bu tutumun adı takiyedir. Kaldı ki terörist başı Gülen’in militanlarına takiye yapmaları yönünde telkinlerde bulunduğu bilinmektedir.
Bu bağlamda, “Canım adamcağız gerçekten hatasından dönmüş olmaz mı?” diye sorduğunuzu şimdiden duyar gibiyim.
Lakin bu sorunuza peşinen vereceğim cevap tek ve nettir: HAYIR
Gerçekten hata yaptığını düşünen, pişman olan şerefli bir insan, poposunu kurtarmaya çalışmak yerine, devletin kapısına gider ve tüm bildiklerini anlatır.
Ancak o zaman ben O’nun samimiyetine inanırım. Aksi halde, o her iki tarafa da ihanet eden bir alçaktır.
Bunun içindir ki, ‘yanılmışım’ diyerek, günah çıkartmaya çalışanlara itibar etmiyorum.
Çünkü FetÖCÜ’lerin (Allah fırsat vermesin) yarın başka bir yöntemle karşımıza çıkmaları halinde, bu şerefsizler için taraf değiştirmenin gömlek değiştirmekten farksız olduğuna inanıyorum.
FetÖCÜ’lere karşı olan öfkemi ifade için kelimeler kifayetsiz kalıyor. Hülasa bu zalimlere isyan etmek kanaatimce Allah'a itaat etmektir. Bunlara itaat etmek ise Allah'a isyan etmekten farksızdır.
Ancak tüm bu öfkeme rağmen, insan bir diğer taraftan da sormadan edemiyor: Nasrettin Hocanın dediği gibi: Hırsızın hiç mi suçu yok?
Ya da bir başka bakış açısıyla bizim hiç mi suçumuz yok?
Mesela benim kardeşim gibi sevdiğim, çocukluk arkadaşım, can yoldaşım olan bir dostumda yıllar önce bu ihanet şebekesinin içine düştü.
Birçok kez onlarla yurt dışı seyahatlerine çıktı, her hafta ‘istişare’ adını verdikleri toplantılara katılıyordu. Kalabalık gruplara ziyafetler veriyor, toplantı evinin kirasını ödüyor, himmet adı altında sürekli çoluk çocuğunun rızkını bunlara veriyor, adeta finansörlük yapıyordu.
Bu süreç yıllarca böyle devam etti. Ben defalarca kez arkadaşımı uyarmış olsam da, O’nu bir türlü ikna edemedim. Çünkü o beyni yıkanmış ve hipnoz olmuşcasına girdiği yoldan dönmüyor, belki de dönemiyordu. Ve en sonunda savunduğu ihanet şebekesi için kadim dostunu, yani beni de terk etti, hem de herkesin içinde benimle bu yönde münakaşa ederek…
Bunları neden anlatıyorum. Ben en yakın arkadaşımı bile düştüğü tuzaktan kurtaramadım. Kim bilir benim gibi nice insanlar, “Ne hali varsa görsün, bana ne!” diyerek, en yakınlarını bir şekilde ihanet şebekesinin ağına terk etti.
Aslında, “Bana ne, bize ne” diye diye her geçen gün biraz daha güçlenmesine seyirci kaldığımız o sözde cemaat, en sonunda dış mihrakların maşası konumundaki dev bir terör örgütüne dönüştü.
Sözü daha fazla uzatmadan toparlamak gerekirse:
Türk Silahlı Kuvvetlerini ateist, solcu subaylardan temizlemek için muhafazakarların önünü açarak TSK’nın meczup bir İmam'ın emrine amade olmasına vesile olmak…
“Aman bunların Devlet'te sözü geçiyor, işim düşerse yaptırırım. Bunlarla ne iyi olayım ne de kötü” diyerek, Gülen cemaatinin güçlenmesine seyirci kalmak…
Siyaseten bir yerlere gelmek, ticareten güçlenmek ve mevkilerde yükselmek, yani kişisel çıkarlar uğruna sözde cemaatin paralel devlet konumuna dönüştürülmesine katkıda bulunmak…
“Düşmanımın düşmanı dostumdur” sığlığına kapılarak, Örneğin, “Recep Tayyip Erdoğan yeter ki gitsin, gerekirse Türkiye batsın” şiarıyla FetÖCÜ’lerin darbeye zemin hazırlamak adına yaptığı tüm kötülükleri siyasi propaganda malzemesi yaparak, onların değirmenine su taşımak…
Ve tüm bu anlattıklarımın nihayetinde ortaya çıkan manzara maalesef toplum olarak hepimizin eseridir.
Günün Sözü: “Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur" (İsmet İnönü
Kıssadan Hisse: Bu ümmet Allah'ı, Kitabı ve Peygamberi konusunda ihtilafa düşmedi. Onlar dünya menfaatleri ve nimetleri hususunda ihtilafa düştüler. Onun için devlet ve izzetlerini kaybettiler. ( Ömer bin Abdülaziz)
NOT: Tehlike, unutmakta yatmaktadır. Fakat unutmak sadece ölüleri ilgilendirmez. Eğer unutma muzaffer olursa dünün külleri yarının umutlarının üzerini kaplayacaktır. (Elie Wiesel)