23 Kasım 2024
  • İzmir18°C
  • Manisa20°C
  • Aydın19°C
  • Afyon10°C
  • Balıkesir19°C
  • Bursa18°C
  • Çanakkale19°C
  • Muğla16°C

CHP YETİLERİNİ Mİ KAYBEDİYOR?

Hasan Eser / Yeni Vizyon Gazetesi

CHP Yetilerini mi Kaybediyor?

13 Temmuz 2016 Çarşamba 11:51

CHP YETİLERİNİ Mİ KAYBEDİYOR?

Hasan Eser / Yeni Vizyon Gazetesi  - Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözüne atıfta bulanarak, Türkiye'nin dışarıda dostu kalmadığından yakınan muhalefet, nicedir hükümeti topa tutuyordu.

Bu yönde eleştiri oklarının hedefi olan AK Parti hükümeti,  dünyada yeniden kurulan dengeler düzleminde; ihtilaflı olduğu Rusya, İsrail gibi ülkeler ile buzları eritti.

Hal böyle olunca da 'çatlak sesler' plağı tersine çevirdi.

Rusya ve İsrail anlaşmalarına eleştiri getiren muhalefet, uçağını düşürdüğümüz Rusya’dan özür dilenmesine adeta köpürdü.

Öyle ki daha düne kadar komşu ülkeler ile yaşadığımız ihtilafa işaret ederek kıyameti koparan muhalefet, şimdi de aynı devletlere zeytin dalı uzatan Türkiye'nin aciz duruma düştüğünü savunuyor.  

Özellikle de CHP…

Devleti kuran parti olmasına rağmen (sanırım yarım asırdır iktidara gelemediği için) devleti yönetme yetisini hızla kaybeden CHP, ülke yönetmeyi acaba çocuk oyuncağı mı sanıyor?

Devlet yönetiminde, dolayısıyla uluslararası ilişkilerde husumetin sonsuza dek sürdürülemeyeceğini, birilerinin, eylemleri ile söylemleri örtüşmeyen bu zevata anlatması şart.

Malumunuz, dünya tarihinde milyonlarca insanın ölümüne neden olan nice savaşların bile sonunda tarafların aynı masanın etrafına toplanması ve asgari müştereklerde birleşerek barış imzalamaları her daim kaçınılmaz olmuştur.

Kaldı ki biz ülke olarak ne Rusya,  ne de İsrail ile  (ekonomiye yönelik ambargolar dışında) birbirimize savaş ilan etmiş ülkeler konumunda değiliz.

Öte yandan İsrail ve Rusya ile yeniden tesis edilen barışçıl ilişkileri eleştirenlerin bakış açısına göre;  İşgal kuvvetlerini başkent Ankara’ya ramak kala, Polatlı’da ancak topyekûn bir mücadeleyle durdurabildiğimiz Yunanistan’ı sonsuza dek hasım olarak kabul etmemiz gerekir değil mi?

Hâlbuki ne kadar ilginçtir ki; Cumhuriyet tarihi boyunca Türk & Yunan dostluğunu güçlendirme yönünde en çok çaba sarf edenler de başta Foça olmak üzere CHP’li Belediyeler olmuştur.

Bunun içindir ki durumdan vazife çıkarmak adına laf olsun torba dolsun misali konuşmak abesle iştigaldir.

Türkiye'nin dış politikada hataları elbet olabilir. Ancak hata olduğuna inanılan girişim ve gelişimleri rüzgârın yönüne göre değil, ülkemizin ikbali doğrultusunda evrensel bir bakış açısıyla değerlendirmek elzemdir.

Bu bağlamda, “Bugünü anlamak yarına yön vermek istiyorsanız, Abdülhamit Hanı okuyun, araştırın" söylevi  Türkiye'nin son dönemde gelişen dış politikasını idrak etmek noktasında rehber niteliği taşımaktadır.

Bir başka anlatımla, Sultan 2. Abdulhamit’in yıkılmaya yüz tutmuş Osmanlı Devleti’nin ömrünü 33 yıl daha uzatmayı başarması, kuşkusuz dış politika da güttüğü denge siyasetinin semeresidir.

Sultan Hamit’in, “Kırk yıl şu devletlerin birbirine düşmesini bekledim. Onlar birbirlerine düştü, şimdi ben tahtta değilim. Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor!” ifadesi de günümüze ışık tutmaktadır.

Sultan Hamit, belki de bu sayede Osmanlı’nın küllerinden Türkiye Cumhuriyeti gibi güçlü bir devleti kurmaya muktedir olan Gazi Mustafa Kemal gibi gerçek vatan evlatlarına zaman kazandırma yönünde önemli rol oynamıştır. (ayrı konu)

Abdülhamit’in uyguladığı dış politikaya karşı çıkan, eleştiren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyeleriyle, günümüzde Türkiye'nin dış politikasını eleştiren CHP’liler arasında hiçbir fark göremiyorum.

Abdülhamit’i devirdikten sonra iktidarı ele geçiren zevatın,  ülkeyi nasıl bir ateş çemberine soktuğunu, devlet idaresini ellerine yüzlerine nasıl bulaştırdıklarını ve işgale uğrayan vatan toprağını savunmak yerine bir denizaltına binerek ülkeden nasıl kaçtıklarını tarih kitapları ayrıntılarıyla yazmaktadır.

Yine başka bir örnek vermek gerekirse; 1950’lerin CHP’si de Kore’ye asker gönderilmesinin taviz olduğunu gerekçe göstererek Demokrat Parti’nin dış politikasına karşı çıkıyor.

Kore savaşı sürecinde dönemin Başbakanı Adnan Menderes, attığı bu cesur adımla Türkiye’ye NATO üyeliğinin kapılarını açıyor.

Siyasi yaşamını riske etme pahasına, Türkiye'nin NATO’ya tam üye olmasını sağlayan Adnan Menderes,  bu öngörüsüyle Sovyetler tehdidi karşısında olan ülkemizi gerçek anlamda teminat altına alıyor. Atılan o adım, on yıllar sonra bile garantörümüz olabiliyor.

Nasıl mı? Anlatayım.

Rus uçağını, hava sahamızı ihlal ettiği için düşürdük. Normal şartlarda savaş sebebi öyle değil mi?

Yani dünyanın en güçlü devletlerinden olan Rusya’nın uçağını düşürmek öyle her yiğidin harcı olmasa gerek…

Kaldı ki böyle bir durumda Rusya’nın elinden kurtulmanın öyle kolay olmayacağı da malumun ilamı…

İşte bu noktada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi dehası takdire şayandır.

Rusya’nın Türkiye'nin değil,  NATO’nun hava sahasını ihlal ettiğine dikkati çeken Erdoğan, bu açıklamasıyla ülkemizi büyük bir badireden kurtarmıştır.

Aslında bir nevi NATO üyeliği adına  Kore’de kaybettiğimiz o isimsiz kahramanlar,  ülkemizin bugün bile bekasını sağlamaktadır.

Şimdi, bir kez daha altını çiziyorum; devlet yönetmek öngörü ister, irade ister, sorumluluk ister, ciddiyet ister, geleceği görebilmek (vizyon) ister.

Devleti yönetmek, kendi kendine belirlediğin delegeler üzerinden parti yönetmeye benzemez.

Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle;  CHP’de Genel Müdürlük yapmaya hiç benzemez.

Zira bekâra karı boşamanın kolay olduğu gibi, süslü ifadeler kullanarak bol keseden konuşan muhalefete ülke yönetmekte kolay gelebilir.

Ama…

Lafla peynir gemisi yürümez.

Öyle ki bu millet kime oy vereceğini bilmese de kime oy vermeyeceğini çok iyi bilir.

Ayrıca Cumhuriyeti kuran bir partinin Genel Başkanına dış politika da ülkesinin yanında olması yakışır.

Kendi ülkesini başka ülkelere şikâyet eden bir ana muhalefet lideri, halkta karşılık bulamaz.

Dış politikayı Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözüne işaret ederek yorumlamak kesinlikle doğrudur. Lakin Atatürk’ün bu sözü yedi düvel ile harp ettikten sonra söylemiş olması da unutulmamalıdır ki, barışın (bazen) savaşmadan olmadığı da kabul edilmesi gereken bir gerçektir.

Sözün özü: Türkiye'nin dış politikasını eleştiren CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazayla bile olsa iktidara geldiğini hayal bile etmek istemiyorum.

Çünkü Kılıçdaroğlu’nun kendisine referans gösterdiği eski bir başbakanımızın, ABD Başkanı karşısında nasıl ezik ve iki büklüm bir şekilde durduğunu hiç unutmuyorum.

Geçmişte bazı seçilmişlerin pasifliği yüzünden askeri vesayet altında yaşadığımızı ve bu nedenle de gelişmiş ülkelerin bizi bir üçüncü dünya ülkesi gibi kabul gördüğünü unutmuyorum.

Yine darbeler ve ekonomik krizler nedeniyle Türkiye’yi bir zamanlar hiç kimsenin dikkate almadığını ve dünya nezdinde ne kadar itibarsız bir ülke olduğumuzu unutmuyorum.

Başta ekonomi olmak üzere; savunma sanayinde,  ulaşımda, eğitimde, sağlıkta ve şehircilikte ne kadar geri olduğumuzu da çok iyi hatırlıyorum. 

Benim ülkem, içimizdeki İrlandalılara,

İmam Hümeyni’ye özenerek İslam devrimi yapmaya çalışan FETÖ-PDY gibi illegal yapılanmalara,

Devleti ele geçirmeye çalışan dış mihrakların zavallı maşalarına,

Kendilerini devletin bile üstünde gören bir kısım medyaya,

‘Gerekirse memleket batsın ama yeter ki Tayyip gitsin’ düşüncesine sahip olan devlet düşmanlarına,

Teröre ve terörün değirmenine su taşıyan vatan hainlerine rağmen gelişiyor.

Gelişmeye de devam edecektir.

Devlette devamlılık esastır. İsimler gelip geçicidir. Yüce Türk milleti, vatanına hizmet etmeyi kendine şiar edinen nice liderleri bağrından çıkarmasını bilmiştir.

O liderin adı zaman gelmiş Adnan Menderes, zaman gelmiş Turgut Özal, zaman gelmiş Recep Tayyip Erdoğan olmuştur.

Değişen sadece isimlerdir.

Selçuklu’nun muzaffer hükümdarı Sultan Alp Arslan'dan, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in övgüsüne mazhar olan Osmanlı Hakanı Fatih Sultan Mehmet Han'a,

Kanuni Sultan Süleyman’dan, dünyanın son evrensel imparatoru Sultan 2. Abdulhamit’e,

Osmanlı’nın küllerinden Türkiye Cumhuriyetini kuran büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ten ülkesine demokrasiyi getirmek uğruna şehit düşen Adnan Menderes’e, 

Türkiye’de çağdaşlaştırma ve modernleştirme hareketini başlatan Turgut Özal’dan halk devrimine öncülük yapan Recep Tayyip Erdoğan’a ve daha nice ikbal isimlerin önderliğinde bu topraklar sonsuza dek dünyanın göz bebeği olma şerefini taşıyacaktır.

Günün sözü: Savaş hep olacaktır. Barış'ın gerçek anlamı (maalesef) iki savaş arasında geçen süredir.